Yaşam

Sonsuz bir yas

Ezgi Parıltı Şahin

Şükran Yiğit’in Link Yayınları’ndan çıkan ‘Bir Kış Yolculuğu’ adlı kısa romanı, yıllar önce kaybettiği karısının son yolculuğunu fotoğraflardan izin alarak yeniden canlandıran bir adamın öyküsünü çok akıcı bir üslupla anlatıyor.

Adını ancak kitabın son sayfalarında öğrenebildiğimiz Deniz, altı yıl önce eşi Zuhal’i bir trafik kazasında kaybetmiştir. Aradan geçen altı yıllık süreçte bu kaybın üstesinden gelemeyen Deniz, duygusal olarak kendini tamamen dış dünyaya kapatmış ve o zamana kadar Zuhal’in etrafında kurduğu hayatı adeta dondurmuştur. Başta oldukça sıradan bir aşk hikayesi gibi görünen Deniz ve Zuhal’in birlikteliğinin aslında o kadar da sıradan olmadığı kitabın ilerleyen sayfalarında anlaşılacaktır. Nitekim Zuhal, Deniz’in çocukluk aşkıdır. Öyle ki doğdukları andan itibaren tüm ilklerini birlikte yaşayan bu iki hayat arkadaşı hem komşu hem de okul arkadaşıdır. Anne babalarının deyimiyle “kardeş gibi” büyüdüler.

Deniz ve Zuhal’i birbirine bağlayan bağlar, lise ve ardından üniversite yıllarında birbirlerinden kopsalar da kopmaz. Tam tersine ikisi de kendi hayatlarını kurdukça Deniz’in Zuhal’e olan bağlılığı daha da güçlenecektir. Deniz, Zuhal’in varlığı ve yokluğu arasında hayatın tüm zevklerine değer veren, ona anlatacak nadide anıların olması için yaşayan, Zuhal’den yola çıkarak tüm kavramları esneten bir adamdır. Meslek seçimi bile Zuhal’le aynı doğrultuda şekillenmiş, botanikçi olmuştur. Kış gezisi, bir meslektaşının ondan bir Polonya şehri olan Krakow’daki bir çalışma grubuna katılmasını istemesiyle başlayacak. Deniz’in teklifi kabul etmesindeki temel motivasyonu, Zuhal’in hayatının son iki ayını bu şehirde geçirmesidir.

Böylece Deniz, Zuhal’in Krakow’dayken çektiği fotoğraflarla kendine bir rota çizer. Amacı, Zuhal’in gittiği her yere gitmek ve gördüğü her şeye onun gözünden tanık olmaya çalışmak ve Zuhal ile son bir deneyim yaratmaktır. İlk başta oldukça masum ve romantik görünen bu dileğin, zamanla Deniz’de tuhaf bir saplantıya dönüştüğü okunacaktır. Çünkü Deniz, Zuhal’in Krakow’da yaşadıklarını yansıtmaya çalışıyor gibi görünse de özünde kendisini Zuhal’in hayatına dahil etmeye çalışmaktadır.

Bir Kış Yolculuğu, Şükran Yiğit, 99 s., İletişim Yayınları, 2022.

Nitekim Deniz, Zuhal’in girdiği kafe ve tiyatroları gezerek bu manzaralara her seferinde Zuhal’in kamerasının çektiği açıdan bakmaya çalışır. Üstelik Zuhal bu şehre geldiğinde kaldığı yeri de korumuş. Altı yıl sonra, özlediği bağlılık ve bütünlük duygusunu burada buluyor.

Deniz’in altı yıllık içe kapanıklığı, belli ki yersiz bir yas. Ancak farklı olan kısım, Zuhal’in kendi hayatına dahil olma konusundaki umutsuz saplantısıdır ki bu da akıllara patolojik bir melankoli kavramını getirir, duygudurum bozukluğu olarak değil, uzun süreli bir kederin sonucu olarak.

Kederli melankoli ilişkisi ilk olarak psikanalist Karl Abraham’ın çalışmasında görülür. Daha sonra Freud, ‘Yas ve Melankoli’ adlı makalesinde bu iki durumu ortak bir kökten kollara ayrılan iki farklı süreç olarak ele alır. Freud’a göre yas ve melankoli kayıp nesnede birleşir.

Deniz’in sevdiği kadını kaybetmesi, doğal olarak libidinal olarak yatırım yaptığı nesnenin birdenbire ortadan kaybolması açısından yas sürecini de beraberinde getirir. Freud’a göre bu gerekli bir süreçtir çünkü yas tutan kişinin kayıpla bağını koparıp özgürleşmesini sağlar ve böylece kişinin yeni bir bağlanma kurmasının yolunu açar. Gerçekten de, bu ancak yas tutan kişi süreçteki kaybını kabul ederse gerçekleşebilir. ‘Bir Kış Yolculuğu’, yas sürecinin bu aşamasında kayıp nesneyle bağını koparamayan adamın bu sürecini bilinçli olarak simgelemesi bakımından farklı bir noktaya değiniyor. Çünkü yatırılan nesneyle kurulan bağ, uzun süren yas süreciyle kopamazsa, kaybedilen nesne kişinin kendi benliğinin nesnesi haline gelir. Nihayetinde kaybedilen nesne görmezden gelinir ve kaybın yarattığı tüm kötü duygular kişinin egosuna yönlendirilerek melankolik bir ruh hali ortaya çıkar.

Daha doğrusu, yas tutan kişi için anlamını yitiren dünya – onu çevreleyen her şey – melankolik kişi ise bu anlamsızlığı kendi içinde hisseder.

‘Bir Kış Yolculuğu’nda, kitabı okurken, Deniz’in durumunda, kaybolan bireyle bağlarını koparamaması sonucu, onu egonun bir parçası haline getirmenin yolculuk sırasında gerçekleşmediği görülmektedir. yas süreci, ancak nesne kayıp kişinin konumunda olmadığında. Deniz sadece Zuhal’i hayatının merkezine koymakla kalmıyor, daha önce de belirttiğimiz gibi tüm dünyayı merkeze alarak yorumlayarak geçmiş ve gelecek olası tüm hayallerini Zuhal’de birbirine bağlıyor.

“…yan lojman penceresinin önünde durmuş fabrikanın hiç sönmeyen dumanını, arkasındaki ıssız boşluğu ve gri hareketsiz gökyüzünü seyreden Zuhal’i hayal eder ve düşününce o çocuk değildir. kalan yedi günü o pencerenin önünde geçiren ama Bay Fogg olmak istedim. Aslında ben ne olmak istiyorsam Zuhal için o olmak istiyordum.” (s. 34)

Altı yıldır bu şekilde devam eden melankoli hali, Deniz’in Krakow gezisi ile başka bir boyut kazanır. Burada da Deniz, Lacan’ın yas sonrası simgeleştirmesinin sağladığı özgürleşmiş kişi olarak değerlendirilebilir çünkü Zuhal’in Krakow’da çektiği fotoğrafları onunla ortak bir deneyimi paylaşma aracı haline getirerek kaybı simgelemenin bir yolunu bulmuştur. Lacan’ın teorisine göre Freud’da libidonun özgürleşmesi olarak adlandırılan şey burada simgeleştirme yoluyla gerçekleşir. Cenaze törenleri bu bağlamda yeterli bir simgeleştirme örneğidir, kaybı toplar ve bir zamana hapseder. Altı yıl sonra deniz, fotoğraflarının ardından Zuhal’in kaybını simgeliyor gibi görünse de bunun bir gelişme belirtisi olup olmadığı belirsiz. Deniz, kaybını sembolize ederken, ortak deneyimler yaratmaya çalışarak kaybıyla arasındaki bağı derinleştirmeye çalışır.

“Belli ki kamerasını kurmuş, pencere pervazına koymuş ve kendini vurmuş. Neden kendimi çekmiyordum? Arka planı ayarlayıp sandalyeyi onun sandalyesinin yanına koyarsam, iki fotoğrafı kusursuz bir şekilde birleştirerek Krakow’da birlikte bir fotoğrafımız olabilir.” (s. 45)

Bu bağlamda ‘Bir Kış Yolculuğu’ hem bir yas hem de melankoli hikayesidir. Hikayenin başında da bahsedildiği gibi Deniz aslında sonsuzluğa hapsolmuş bir adamdır.

“Adaçayının lavantanın kollarında kışı geçirdiği bir yıldı. Kış hiç bitmiyordu ve güneş, eski bir dostun arayıp yardım istemesi gibi arada bir kırpıştırıyordu, niyeti buluşmak olmasa da yüzünü pek göstermiyordu. Bahar uzak bir rüya gibiydi.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu